15 Aralık 2008 Pazartesi

ANCOL


Endonezya doğanın kuvvetli olduğu biz insanların mahvetmek için çaba harcasakta başarılı olamadığı yemyeşil bir ülke. Geçenlerde burada yaşayan eşi endonezyalı bir Türk arkadaşımızın tavsiyesiyle gittiğimiz Ancol Jakarta'ya gelipte gitmemek olmaz dedirtecek bir yerdi. Bir çok etkinlik mevcut büyük lunapark içinde köpek balıkları ve çeşitli balıkların bulunduğu dev akvaryumlar. Ve benim en çok sevdiğim deniz kenarındaki restaurantlar. Biz bildigimiz tat olsun diye Pizza Hut'ı tercih ettik. Çok keyifli vakit geçirilecek hoş ve nezih bir ortam...


6 Eylül 2008 Cumartesi

Türkiye'ye gidiyoruz;)

Uçak biletimizin tarihinin netleşmesiyle evimizde tatlı bir telaş başladi. İçimiz kıpır kıpır. Vatanımıza, milletimize, memleketimize, annemize, babamiza kavuşma heyecanı sadece yurtdışında yaşayanlanların anlayabileceği farklı bir psikoloji.

Yurtdışında yaşamak insanı memleketinin değerlerine daha da yaklastırıyor. Bunun birkaç nedeni var:

-Öncelikle ülkeni özlüyorsun, oradayken fazla umurunda olmayan şeyleri bile özlüyorsun. Ayrıca oradayken seni çok rahatsız eden şeyler hayatından tamamen çıktığı için bir süre sonra unutuyorsun, sadece güzel şeyleri hatırlıyorsun.

- Çevrendeki insanlar, ülken hakkında aklına gelmeyecek sorular soruyorlar. Merak edip araştırıyorsun, öğrenince seviyorsun. Ayrıca, yaşadığın ülkede kendi ülkenin temsilcisi olman ülken hakkında bilgini arttıma konusunda seni güdülüyor. Bana burada "Türkiye'de Arapça mı konuşuyorsunuz? İngilizce mi konuşuyorsunuz?" gibi sorular bile gelmişti.

- Kendi kültürünü başka kültürlerle karşılaştırma olanağın oluyor. Kültürlerdeki ortak ögelerin kökenlerini düşünüyorsun; din, dil, ahlak anlayışı gibi konularda kendi kültürünün başka kültürlerden ne derece etkilendiğini görüyorsun. Güzel olanın, değerli olanın özgün kültür olduğunu, yamama taklitlerin ne derece kıymetsiz olduğu görüyorsun.

-Bu arada ülken hakkındakı olumsuz eleştirilere söyleyecek bir çift lafın olması gerekiyor. Ulusunu savunma, ülkeni savunma psikolojsi gelişiyor. Savunacağın şeyi de daha iyi tanıman gerekiyor.

- Türkiye'ye dönerken uçak alçaldığında ülkenin topraklarını görünce gözlerin doluyor, bütün bu topraklar benim diyorsun, atalarım canlarını verdiler bu topraklarda yaşayabilelim diye düşünüyorsun. Havaalanına indiğinde Türkçe tabelalar, Türkçe anonslar, insanların
aralarında konuşmaları o kadar değerli oluyor ki anlatamam. Dili anlamak değil buradaki konu; en ufak kinayeyi, vurgudaki en ufak değişmeyi, memlekete özgü mimikleri, jestleri yakalıyosun, sanki insanların gönlünü okuyorsun. Tıpkı dil gibi kültürün diğer ögelerini de detaylı olarak analiz edebiliyorsun

Tüm bunlar seni kültürüne daha da yaklaştırıyor, ülkeni, insanını seviyorsun. Tabi Türkiye dair unuttuğun şeyler bir aylığına tatile geldiğinde birer birer gözüne sokuluyor, için daralıyor; Türkiye böyle yoz, böyle hoşgörüsüz bir ülke mi olacaktı diyorsun, bitse de gitsek artık diye bunalmışken tekrar özlemek üzere memleketten ayrılıyorsun.
_________________

5 Eylül 2008 Cuma

ANYER...




Doğal ve şirin bir uzakdoğu kasabası. Java adasının kuzeybatı ucunda yeralan Krakatau yanardağ adasının yakınında kaldığımız Sol Elite Marbella Otel Endonezya ölçeklerinde beş yıldızlı bir oteldi:) Sahil boyunca bir çok plaj var. Genellikle yerli halkın tercih ettiği bir tatil kasabası. Herşey mükemmel mi? Tabiki hayır! sahil boyu birşeyler satmak isteyen işportacılarla dolu. Buna rağmen sahilden günbatımı izlenmeye değer.



lokantada mangal keyfi:)


Paregu adında bir japon lokantası. ilk girdiğim anda aklıma yazdığım başlık geldi. Kapalı bir ortam ve masanın üzerinde ızgara yapmak için düzenlenmiş mekanizma denemeye değer. Izgara düzeneğinin yanında da haşlama yapmak için başka bir düzenek var. İkiside tüple çalışıyor.
Masada önceden hazırlanmış tatlı ve acı karışımı soslar bulunuyor. Bu sosları kullanmak sizin tercihinize kalmış. İşlem çok kolay teriyaki(japonların ızgarası) ve teppenyaki(japonların haşlaması). Teriyakide daha önceden terbiye edilmiş etleri sosa batırıp ızgaranın üstüne yerleştiriyorsunuz. Teppenyakide ise çeşitli sebzeleri suda soslarla ve kağıt kıvamında inceltilmiş (shabu shabu) pirzolalarla haşlıyorsunuz. Endonezya'ya yolunuz düşerse çok güzel bir tercih! Sonuç mükemmel:)

19 Temmuz 2008 Cumartesi

ilk izlenimler...






Havaalanından ilk çıkışınız burada `TOL` adı verilen otobana oluyor. Bu otoban, ana arterleri birbirine bağlayan ve günün en az 12 saati tıkanırcasına trafik yoğunluğu yaşanan tam anlamıyla Cakarta`nın belkemiği. Otoban üzerinde aracımız ilerlerken ülkemden farklı bir ülkenin başkentini görmenin heyecanına kapılmıştım.
Gözlerimi alamadığım görkemli binalar, adeta bu ülkede mimarların yarıştığını ifade etmeye çalışan gökdelenler, etrafımızda görebildiğimiz tropikal ağaç manzaraları ve bunun gibi güzellikler ilk planda bu ülke hakkındaki önyargılarımıza yetmişti.

Zaman içinde bu gökdelenlerin arkasındaki plansız yapılaşmayı, fakirliği, perişanlığı görünce önyargılarım gün geçtikçe yerini, Endonezya gerçeğini anlamaya ve anlatmaya bırakacaktı... Şimdilerde, ana güzergahlarda gördüğüm o ışıklı gökdelenler, bana sosyal adaletsizliği ve yüzde üç azınlığın hizmetçisi konumundaki yüzde doksanı anlatıyor.

Ve Endonezya...


2006`nin Eylül ayıydı! Yaklaşık 33 saatlık uçak yolculuğunda, Dubai, Sri Lanka ve Singapur duraklarımızın ardından nihayet, uçağımız Cakarta`ya inişe geçti. İşte o anlarda içinizde, bir yandan vatanınızdan ayrılmanın burukluğunu yaşarken, bir yandan da uçak alçalırken gördüğünüz yeşillikler, sular altındaki bölünmüş pirinç tarlaları ve hemencecik hissedebildiğiniz tropikal görüntüden gözlerinizi alamıyorsunuz.

Bu ilk izlenimler karşısında, O vakit henüz 10 aylık olan kızımla, park yürüyüşleri yapabileceğimi hayal etmiştim:) Cakarta Soekarno Hatta Havaalanına indiğimiz anda bizi, eşimin Endonezya büyükelçiliğinde görevli arkadaşı karşılamıştı. Pasaport işlemlerimiz kolaylıkla bitti ve dışarıda bizi taksi bekliyordu. Havaalanı kapısından çıkar çıkmaz;
`Aman Allahım! Nasıl bir hava! Nefes alamıyordum`
Bir an önce koşar adımlarla taksiye bindik. O anda aklıma uçak alçalırken kızımla yapmayı hayal ettiğim park yürüyüşleri geldi. Bir an böylesine nemli hatta buharlı ve sıcak bir havada imkansız olduğunu düşündüm. Havaalanından çıktığımda havadaki o ağır kokuyu da asla unutamam. Sonralardan anladım ki Endonezya`da baharatsız yiyecek yiyemiyorsunuz:)

ilk gelişimiz...


Sizlere geldiğim ilk günden bahsetmek istiyorum. Türkiye'den gelmeden önce Endonezya hakkında bildiğim şeyler, bu ülkede doğal afetlerin yaşandığı ama buna rağmen ülke insanlarının güler yüzlü ve sıcak kanlı olduğu ve gelir sevyesinin çok düşük olduğu idi. Kısacası herkesin kolaylıkla edindiği yüzeysel bilgilerdi.

Eşimin işi dolayısıyla Endonezya`ya gelmemiz kesinleşince `Nasıl bir yer? Ne yenir, Ne içilir? Iklimi nasıl?...` Gibi bu ve buna benzer bir çok soru aklıma geldi. O anda yapabileceğim en iyi şey internet aracılığı ile Endonezya hakkında azda olsa bilgi edinmek oldu. Aslında şanslıydım. Kalacağımız yerde eşimin Türk büyükelçiliğinden arkadaşı vardı. Eşinden telefonla bilgi aldım. İşin esası ne kadar araştırsanız da, yaşamadıktan sonra nasıl bir yer olduğunu anlamanız mümkün olmuyor. İster istemez bir önyargı taşıyorsunuz. Aklınızda bir sürü cevaplanmayı bekleyen sorular oluyor..

11 Temmuz 2008 Cuma

Balkon manzaram


Bu benim hazırladığım ilk blog. Her ilk gibi bunun da ayrı bir heyecanı var.

Sizlerle ilk olarak balkon manzaramı paylaşmak istedim çünkü burası benim için çok önemli bir yer. Güzel bir yerde yaşıyor olsam da gurbet gerçekten çok zor; annem, babam, sevdiklerim; vatanım hep gönlümde...

İşte bu balkon manzarasında Türkiye'den getirdiğim ince belli çay bardağımla içtiğim bir bardak Karadeniz çayı hasretimi bir nebze dindiriyor.